17 Eylül 2010 Cuma

ROTA TRİLYE!

04-05.09.2010

Tepemizde kırılan dalgadan boşanan sular hepimizi ıslatıp havuzluğu doldururken çığlık çığlığa bağrıştık ama bir faydası olmadı. Hepimiz su içinde kaldık. Ben üzerimdeki su geçirmez yelken kıyafetleri sayesinde korunmuştum ama Dolunay ve Duygu ceketlerine rağmen iliklerine kadar ıslandılar. Dalgaların arasında diğerlerinden daha dik ve yüksek olan bir tanesi tekneye çarpıp üzerimize dökülmüştü. Tüm kapaklar kapalı olduğundan sadece havuzluk iki karış su doldu ve hemen arkadaki deliklerden boşaldı. Marmara Denizi’nde böyle bir anormal dalgaya rastlamak bizi şaşırttı. Aynı zamanda denizde tedbirin ne kadar önemli olduğunu hatırlattı.


Teknem Symphony ile Trilye’ye gitmek için 4 Eylül sabahı saat dokuzda Pendik Marintürk’ten avara ettik. Hava güneşli ve durgundu. Pervaneye yapışmış olan kekamozlar yüzünden motorla hızımız dört buçuk knot’u geçmiyordu. Yolumuz ise yaklaşık kırk deniz mili olduğundan heyecanla rüzgarın çıkmasını bekliyorduk. Ancak hava raporlarının aksine Poyraz öğleden sonraya kadar çıkmadı. Dört saat boyunca motor seyri yaptıktan sonra hafif Poyraz esintisinden faydalanmak için balon bastık. İki saatlik balon seyrinden sonra öğleden sonra saat üçte Bozburun fenerini bordaladık.

Bozburun’un kuzey yakası yemyeşil ormanlık tabiatıyla bizi etkiledi. İstanbul’dan ayrılalı çok vakit geçmemiş olmasına rağmen ıssız bir deniz kıyısında seyrediyormuşuz gibi hissettik. Bozburun’un sivrileşerek Marmara Denizi’yle birleştiği ucunda yüksek kayalık tepenin üzerindeki fener bu ıssızlık hissini pekiştirdi. Çevremizde yunuslar belirdi. Bu sırada rüzgar kesildiği için balonu indirdik ve motoru çalıştırdık.



Bozburun’un güneyine inince tamamen farklı bir manzarayla karşılaştık. Yüksek beton bloklardan oluşan bir tatil köyü, kalabalık bir plaj ve gürültülü müzik bize ‘medeniyet’ten pek uzak olmadığımızı hatırlattı. Neyse ki yarım saat içinde Poyraz kuvvetlendi. Tekrar balon basıp hızla güney yönünde yol almaya başladık. Harita üzerinden yaptığımız hesaba göre Trilye Bozburun’dan tam güney yönünde dokuz deniz mili uzaklıkta. Ancak denizden yaklaşırken hangi yerleşimin Trilye olduğunu saptamakta zorlandık ve Sadun Boro’nun ‘Vira Demir’ini açtık. Trilye’de tepenin üzerine inşa edilmiş yüksek bir apartmanın uzaktan görülebildiğini okuyunca gözlerimizle bu binayı aramaya başladık.


Öğleden sonra dörtte rüzgar Poyraz’dan beş Beaufort’a yaklaşmıştı. Balonla tekne hızı yedi knot’a ulaşıyordu. Yaklaşık bir buçuk saat böyle hızla seyrettikten sonra Marmara’nın güney kıyısına iyice yaklaştık. İstanbul Yelken Kulübü’nün ‘Amiraller Kupası’ yarışı dolayısıyla Trilye’deki mendireğin içi uzaktan iğne gibi görünen yelkenli direkleriyle doluydu. Balon seyri o kadar keyifliydi ki Trilye’den biraz ilerideki Siği’ye kadar gittik. Siği, diğer adıyla Kumyaka, Trilye’den daha küçük bir balıkçı köyü. Önünde ufak bir mendirek ve balıkçı barınağı var. Trilye ve Siği kıyıdan yükselen yemyeşil ağaçlık yamaçlardaki vadilere kurulmuş küçük iki köy. Çevredeki zeytinlikler Trilye’nin diğer adı olan Zeytinbağı’nı hatırlatıyor.

Siği’nin önünde balonumuzu ve anayelkenimizi indirdik. Motorla Trilye’ye yaklaşırken tekneyi toparladık. Trilye’deki balıkçı barınağı Amiraller Kupası’nda yarışan yaklaşık elli teknenin bağlanmış olmasından dolayı epey doluydu. Yarışa katılan arkadaşımız Emre’nin ve barınaktaki görevlinin yardımıyla akşamüstü beşte bir yarış teknesine aborda olduk.

Trilye denizle bütünleşmiş yemyeşil yamaçta kurulmuş otantik mimari tarzı, dar sokakları ve tabii insanlarıyla sevimli bir balıkçı köyü. Ahşap evlerin bir kısmı restore edilmiş. Sokaklardan tepeye tırmanırken eski bir Rum kilisesinden dönüştürülmüş Fatih Camii'ni ve metruk Taş Mektebi gördük. Yamacın tepesindeki Çamlık Kahve’den güneşin batışını izledik. Akşam yemeğini yarış ekipleriyle birlikte köy meydanındaki balık lokantalarından birinde yedik. Yörenin ürünü olan zeytinleri ve zeytinyağını çok beğendik. Gece teknede kaldık. Sabaha karşı denize açılan balıkçıların dışında liman çok sakin ve sessizdi.

Sabah erkenden dönüş için yola çıkmayı planlamıştık. Yedide uyanıp liman yakınında kahvaltımızı ettikten sonra sekiz buçukta avara ettik. Bu sırada yarış tekneleri Mudanya önünden start almak üzere limandan çıkıyorlardı. Biz rotamızı Bozburun’a çevirerek yelkenlerimizi bastık. Ancak rüzgar hafif olduğundan motoru çalıştırıp tekneye hız verdik. Bozburun’a kadar iki saatlik yolun ilk yarısını yelkenle ikinci yarısını rüzgar tamamen kesildiğinden motorla aldık. Bozburun’dan sonra rüzgar ve dalganın artacağını tahmin ediyorduk. Batıya doğru uzanan ince uzun bir yarımada olan Bozburun Marmara’nın doğusunu yüksek tepelerle kuzeyden güneye ikiye böldüğünden denizdeki şartlarda ani değişiklere sebep olabilen meşum bir yer.

Sabah on buçukta Bozburun fenerini bordaladık. Bu sırada beklediğimiz gibi Yıldız’dan esen rüzgarın deniz üzerinde yarattığı çizgiyi gördük. Tekne rüzgarı alınca eğilerek hızlandı. Motoru durdurduk. Üç Beaufort esen rüzgarın kısa zamanda artacağını tahmin ederek ana yelkene çift camadan vurduk. Genoayı sararak küçülttük. Bozburun’dan kuzeydoğuya doğru kıyı boyunca tırmanırken yamacın üzerine kara bulutlar yerleşmişti. Dalgalar artıyordu. Henüz güneş bulutların arkasında kaybolmamış olmasına rağmen ben yağmur ihtimaline karşı su geçirmez yelken kıyafetlerimi giydim. Duygu ve Dolunay’a ceketlerini verdim. Yarım saat sonra Esenköy’ün önlerine geldiğimizde dalgalar iyice artmıştı. Ara sıra serpintileriyle ıslanıyorduk. Rüzgar dört – beş Beaufort’u geçmemişti ama Marmara’nın kuzeyinden başlayıp kaldırdığı dalga güney sahillere vardığında iki metreyi buluyordu. Tekne yelkenle orsa seyirde dengeli bir şekilde altı buçuk knot hız yapıyordu. Tam bu sırada anormal dik bir dalga tekneye çarparak hepimizi ıslattı ve havuzluğu su doldurdu.

Bir musibet bin nasihatten iyidir, diye söylenerek sırılsıklam ekip su geçirmez pantolonlarını giydi. Ben kıyafetimi önceden giydiğim için ıslanmamıştım. Denizde insan tedbiri her zaman erken almalı. Tekne iki metrelik dalgalarla yükselip alçalırken kamarada giyinmek hem çok zor oldu hem de ekibi deniz tutmasına sebep oldu. Yolculuğun geri kalan beş saatinde ekip bu dalganın etkisinden kurtulamadı. Marmara Denizi’ndeki bir kilometreyi aşan korkunç derinlikteki Çınarcık çukurunu geçip Adalar’a yaklaşırken rüzgar Poyraz’a kaydı. Volta atarak Pendik’e öğleden sonra dörtte vardık. Yelkenleri indirip Marintürk’e bağlandık. Marmara sahillerinin güzel tabiatı, otantik köy manzaraları ve Marmara Denizi’nin keyifli ve zaman zaman sert yelken şartları unutulmaz bir hafta sonu geçirmemizi sağlamıştı.



Daha Büyük Haritayı Görüntüle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder