ÇİN


Perşembe 11.10.2007

Atatürk havalimanındayız. Dubai üzerinden Pekin’e gidiyoruz. İlk durağımız Pekin. Emirates’in Dubai uçağı 19:35’te kalkacaktı ama rötarlı. Bekliyoruz.

Cuma 12.10.2007

Uçak İstanbul’dan rötarlı kalktığı için Dubai’ye geç vardık. Sabaha karşı üçte Dubai havaalanında herkes alışverişteydi. Duygu ve Eray fotoğraf makinası aldılar. Sonra koşa koşa Pekin uçağımızı yakaladık. Sekiz saatlik yolculuğun sonuna doğru uyandığımızda uçak Çin’in kuzeyindeki dağlık ve çöl gibi hiçbirşey olmayan bir bölgenin üzerinden geçiyordu. Pekin’e öğleden sonra üçte indik.

Pekin havaalanı son derece kalabalık. Anlaşılan Pekin’de her yer kalabalık. Bavullarımızı alıp havaalanından ayrıldıktan iki dakika sonra trafik durdu. Şöförümüz motoru durdurdu ve onbeş dakika bekledik. Akşam trafiğinde otele varmamız bir buçuk saat sürdü. Pekin inanılmaz derecede büyük. Şehrin birbirini dik kesen caddelerinin oluşturduğu bloklar kocaman.

Otelimiz (Yue Wei Zhuang Hotel) böyle büyük caddelerin oluşturduğu bir blokta dar bir sokağın içinde, tek katlı, odalarının açıldığı minik bir avlusu olan ahşap ve beton karışık eski tarz bir bina. Odamız çok küçük, ama otelimiz tam Çin havasında. Odalar avluya açılıyor ve dar koridorlardan resepsiyona varılıyor. Girişte ve avluda aydınlatma için kırmızı kağıt fenerler asılı.

Akşam otele yerleştikten sonra Pekin ördeği yemeğe karar verdik. Spesiyalitesi Pekin ördeği olan DaDong isimli bir lokantaya gittik. Güzel bir yerdi, zaten ünlüymüş. Pekin ördeği tecrübemiz harikaydı. Ördeği pişirdikten sonra getirip gösterdi ahçı ama koridorda ayıkladı. Kemiklerini kemiremediğimiz için hayalkırıklığına uğrasak da yemek müthişti. Ardından bir ‘tea room’da çay içtik. Çin çay seremonisi yaptılar bize. Hoştu. Otele geceyarısına doğru döndük.

Cumartesi 13.10.2007



Bugün Yasak Şehri ve Cennet Tapınağını gezdik. Sabah Xian (Şiyan) biletimizi aldık ve para bozdurduk. Saar 11’de Yasak Şehrin kapısındaydık. Hava yağmurluydu. Bir rehber kızla anlaştık. Yasak Şehir, 1406’da Ming Hanedanı imparatoru tarafından yapımına başlanan saray kompleksi. Çok büyük bir arazi (72 hektar) üzerinde birçok bina, avlu ve bahçeden oluşuyor. Biraz Topkapı sarayını andırıyor o açıdan. Binaların çoğu tek katlı, ahşap ve içleri mütevazi. Binaların etkileyici mimarisi huzur verecek şekilde uyumlu. Bahçede birçoğu 300 yaşın üzerinde ağaçlar var. Yasak Şehir’in içi yürünemeyecek kadar kalabalıktı. Üstelik gezenlerin çoğu Çinli. On sene öncesine kadar halka kapalı olduğu için çok merak edilen bir yer herhalde.

Yasak Şehrin çıkışı Tiananmen Meydanı’na getirdi bizi. Bu meydan en az dört futbol sahası kadar büyük (44 hektar) ve her tarafı insanlarla ve polislerle dolu. Yasak Şehre bakmayan tarafları komünist stili muazzam devlet binalarıyla çevrelenmiş. Meydana çıktığımızda ne yöne yürüyüp taksiye binebileceğimizi şaşırdık çünkü çevresinden geçen otoyol genişliğindeki yollar bariyerlerle ayrılmış. Metro istasyonunu aramaya başladık ve epey yürüdükten sonra bulduk.

Tiananmen Meydanı’ndan metroya binip alışverişin canlı olduğu WangFuJing caddesine gittik. Pekin’in merkezi New York gibi büyük gökdelenlerle dolu. Bütün markalar caddelerde yerlerini almışlar. Bu geniş cadde üzerinde dar bir sokakta sokak yemekleri yapan sıra sıra lokantalar ve büfeler bulduk. Çöp şişte et, tavuk ve ahtapot gibi yemekler satan dükkanların önünde herhalde meraklısı için hazırlanmış gene çöp şişte akrep, denizatı, deniz yıldızı, çekirge ve başka böcekler vardı. ‘Food zoo’ doğru bir tabir! Duygu ve Eray birer erişte (noodle) çorbası içtiler. Ben buharda pişmiş pirinç dışında birşey yiyemedim.

WangFuJing’den taksiyle Cennet Tapınağına (Temple of Heaven) geçtik. Tapınağın kapısından girdikten sonra ilk olarak mermerden yapılmış daire şeklinde üzerine merdivenle çıkılan geniş bir kaide veya tören alanı var. Daha sonra kırmızı ihtişamlı kapılardan geçerek tapınak binalarına geliniyor. Gene kalabalık ama gene inanılmaz güzel bir mimari ve geniş bir bahçe (273 ha). Akşam güneşinde epey resim çektik. Renkler çok canlıydı. Saat 6’da kapılar kapanırken tapınaktan ancak çıkabildik.

Akşam MIT’den arkadaşım Lily ile buluştuk. Lily üç ay öncesine kadar Hong Kong’da yaşıyorken Temmuz’da Pekin’e taşınmış. Bizi Arka Göl (Back Lake) denen sahilinde birçok lokanta ve dükkan olan bir yere götürdü. Burası da çok kalabalıktı tabii. Silk Road isimli bir yerde güzel bir yemek yedik. Balık, yeşil sebzeler ve çok acı bir et yemeği. Lily’yi tekrar görmek güzel oldu. Geceyarısına doğru otele döndük.

Pazar 14.10.2007



Bu sabah erken kalkıp saat sekizde dünkü rehber kızla buluştuk ve Çin Seddi’ne doğru yola çıktık. Saat dokuzda Çin Seddi’nin turistlere açık kısmına tırmanmaya başladık. Dağlık bir bölgede bir vadinin karşılıklı iki yamacının tepesine kadar devam eden iki kısmına tırmanılabiliyordu. Biz daha dik olan Batı yamacını tercih ettik. Çok dik ve yüksek basamaklardan oluşan surun ortasındaki merdivenden bir buçuk saatte dağın tepesine tırmanıp 45 dakikada aşağı indik. Bacaklarımız titriyordu inişte. Sıkı kondisyon gerektiren bir aktivite. Çin Seddi’nden indikten sonra hepimizin bacakları tutuldu ve merdiven inemedik günlerce. Ancak dağları aşarak binlerce kilometre devam ettiğini ilkokuldan beri okuduğumuz Çin Seddinin dağın tepesinde bitmesi beni epey hayalkırıklığına uğrattı. Tabii biten turistler için hazırlanan kısımdı. İlerideki dağların üzerinde kıvrılarak giden gerçek Çin Seddinin siluetini görebiliyorduk.

Çin Seddi’ni yorgun argın bitirdikten sonra tekrar rehberimizle buluşup arabayla yola koyulduk. Rehberin ısrarı üzerine yolda daha çok Amerikalı turistlerin götürüldüğü alt katı seramik atölyesi ve üst katı yemek salonu olan bir binada yemek yedik. Yazlık Saray’a doğru yola çıktığımızda hepimiz arabada uyuyakaldık. Yazlık Saray (Yiheyuan) 294 hektarlık alanda bahçeler, orman, saray binaları ve tapınaklardan oluşuyor. İçinde kocaman bir göl ve ada var. Pekin’in içinde böyle büyük bir park olması inanılmaz! Tabii ki gene neredeyse yürünemeyecek kadar kalabalıktı. İki saat kadar Yazlık Saray’ın bahçelerinde gezip gölde tekne turu yaptıktan sonra otele döndük.

Akşam Arka Göl’ün karşı kıyısında bir Hakka lokantasına gittik. Hakka bir yerel etnik mutfak. Yemekler çok güzeldi: aluminyum folyada tatlı soslu bir balık, kaya tuzunda çöp şiş karides, yılan balığı, sebze ve pilav (buharda pirinç). Jangshin marka Çin birası içtik. Önce alkollü mü değil mi emin olamadık ama yemeğin sonunda ayağa kalkınca alkollü olduğuna karar verdik. Yemekten sonra göl çevresinde kısa bir yürüyüş yapıp otele döndük.

Pazartesi 15.10.2007



Bugün sabah 10’da bisiklet kiralayıp yola çıktık. İlk durak Lama Tapınağıydı. Lama, Tibet, Nepal, Çin ve Hindistan’da yaygın bir Budist din. Birçok Buda heykeli arasında yekpare ahşaptan (sandal ağacı) yapılmış 18m’lik olanı en etkilyicisiydi. Bu tapınakta rahipler ve ibadet eden budistler vardı.

Budist Lama Tapınağından çıkıp devam edince tekrar Arka Göl bölgesine geldik. Bisikletle göl etrafında bir tur atıp Lily ile gittiğimiz Silk Road isimli lokantaya oturduk. Göl kenarında harika bir öğlen yemeği yedik: sebzeli karides, karnıyarık gibi bir patlıcan yemeği ve sebzeli dana eti. Yemeklerin hepsi ayrı gözeldi. Çin’de sebzeler diri, taze ve çok canlı. Ayrıca Pu’er çayı içtik. Çok yumuşak içimli, acılaşmayan, kokulu bir çay.

Yemekten sonra bisikletle devam edip Tiananmen Meydanı’nın çevresini dolaştık. Meydan o kadar büyük ki dolaşmak bisikletle bile 15-20 dakika sürüyor. Üstelik meydanın çevresindeki yollar parmaklıkla çevrildiğinden insan kestirmeden ortadan gidemiyor, sadece tek yönde tur atabiliyor. Meydanın ortasında ve çevresinde komünist tipi büyük devlet binaları var. Bir tarafında ise ilk gün ziyaret ettiğimiz ve duvarında kocaman bir Mao portresi olan Yasak Şehir var.

Yoldan devam edip WangFuJing’deki bisiklet otoparkına park ettik. Donghuamen Gece Pazarı denilen ve sıra sıra büfelerde yemek satılan sokak pazarına gittik. Karides, kerevit, yengeç, kalamar, ahtapot dışında akrep, çekirge, koza halinde böcekler ve başka garip yiyecekler vardı. Pek hoş bir manzara denemez.

Gün içinde bisikletle gezerken Hutong denen gri ve dar sokaklı, tek katlı, avlulu evlerden oluşan, halkın yaşadığı eski mahallelerden geçtik. Çok fakir, bazısı turistik yerler. Çan kulesinin etrafında dolaştık. Çok eski zamandan kalma daracık sokaklar. Bisikletle gezmek çok zevkliydi. Ancak Pekin’de hava kirliliği had safhada. Trafikte egzos solumak her gün yapılacak bir iş değil.

Akşam tekrar DaDong’a gidip Pekin ördeği yedik. Dadong Pekin’in en meşhur ördek lokantalarından biri. İlk akşam ördekten önce karidesli ve fıstıklı bir yemek yemiştik. Duygu ve Eray portakal kabuğu içinde sunulan bir çorba içmişlerdi. Daha sonra ördeğimizi kreplere sarıp yemiştik. Çok memnun kalmıştık. Bu akşam önden kızarmış istridye, ‘bean curd’ (ne olduğunu ve Türkçesini bilmiyoruz, beyaz yumurta akı veya tofu gibi birşey, ama güzel) ve balıklı bir yemek yedik. Balıklı yemek jöle gibi birşeydi, ne olduğunu pek anlamadık. Ardından ördeğimiz geldi. Tabii ki harikaydı. Çin birası içtik (Tchintao). DaDong Pekin’in en başarılı lokantasıydı bizim için.

Otele geceyarısı dödük. Ertesi sabah erken ayrılacağımız için toparlandık. Uyumamız gece 1’i buldu.

Salı 16.10.2007



Xian’a (Şiyan) gitmek üzere sabah 4:30’da uyanıp yola koyulduk. Uçağımız 7:30’da kalktı.

Xian Çin’in ortalarında bulunan tarihi bir şehir. Bu bölgede ilk insanlardan kalan kafatası kalıntısı bulunmuş ve sahibinin 1,150,000 yıl önce yaşadığı tespit edilmiş. İlkçağlardan beri yerleşim olan Xian 13 hanedana başkentlik yapmış ve İpek Yolu’nun Doğudaki başlangıcında bulunuyormuş. Bugün bu konuda bir müze gezdik. Ayrıca çok güzel bir bahçesi ve kule gibi yükselen bir ana binası olan bir pagoda (tapınak – adı Big Goose Pagoda) gezdik. Tapınağın bahçesinde güneşin ısıttığı bir köşede uyuklayarak epey zaman geçirdik.

Yarın bu şehrin asıl çekici yönü olan ‘Kil Ordu’yu (Terracota Army) görmeye gideceğiz. Xian’ın politik merkez olduğu Qin (Çin) hanedanı zamanından (M.Ö. 3.yy) kalma kilden yapılmış binlerce asker heykelinin bulunduğu mozoleum henüz 1970’lerde keşfedilmiş. Bu açıdan Xian epey turist çeken bir şehir.

Öte yandan Pekin’e oranla çok daha fakir, bakımsız ve virane bir yer burası. Yöresel yemek olarak önerilen etsuyuna doğranmış ekmek. Binalar dökülüyor, etraf kirli ve bakımsız, insanlar fakir. Asıl gelişmemiş Çin’i burada görüyoruz. Yiyecek yemek bulmakta zorlanıyoruz. İnsanlara derdimizi anlatamıyoruz. Biraz moraller bozulmaya başladı. Ayrıca sabah 4:30’da kalkıp bütün gün yolda ve müze – tapınak gezmekle geçince iyice yorulduk. Bugün benim pilim bitti doğrusu. Ama en azından otel fena değil. Erken yatıp yarın sabah sekize kadar uyuyabileceğim.

Çin’de çocukların kıyafetlerinin ön ve arkaları göbeğinden beline kadar açık. Önceleri akıl erdiremedik sebebine ama sonradan anladıkki çocuklar tuvaletlerini sokağa yapabilsinler diye böyle. Özellikle Xian’da Çan (Bell Tower) ve Davul (Drum Tower) Kuleleri arasındaki geniş meydanda çocukları bunu yaparken sık sık gördük.

Öğlen ve akşam DeFaChang isimli bir Çin mantısı (dumpling) lokantasında karnımızı doyurduk. Bulabildiğimiz en düzgün yemek yenecek yer burası. Soğuk yediğimiz soya fasulyeli, taze cevizli mezeleri ve sebzeli, etli Çin mantıları harika. Yalnız Çin mantıları kaygan olduğundan sopayla yemek çok kolay değil.

Çarşamba 17.10.2007



Bu sabah Xian’da meydandaki Starbucks’ta kahvaltı ettik. Güzel bir kahvaltı ve koca bir cafe latte moralimize çok iyi geldi. Bize benzer durumda birçok 20’li yaşlarda Avrupalı veya Amerikalı Starbucks’a sığınmış, toparlanmaya çalışıyordu. Saat 10’da tren istasyonuna gidip Kil Ordu ve Mozoleum’un bulunduğu yere gitmek üzere otöbüse bindik. Xian çok fakir bir şehir. Halk otöbüsüyle seyahat edince insan bunu çok daha rahat görüyor.

Gittiğimiz bölgede M.Ö. 3.yy’da değişik derebeylikleri biraraya getirerek Qin (Çin) İmparatorluğunu kurmuş olan İmparator Qin Shi Huangdi’nin mozoleumu ve çevresinceki geniş arazide yapılan kazılarda ortaya çıkmış birçok arkeolojik kalıntı var. Bunlardan en dikkat çekicisi 8000 kadar asker heykelinden oluşan Kil Ordu (Terracota Army of Warriors). 1974’te köylüler kuyu kazarken bu bu kalıntılara rastlamışlar ve ardından yapılan kazılarda dünyanın sekizinci harikası sayılacak kadar önemli eserler ortaya çıkmış. İmparator, reenkarnasyona inandığından, öldükten sonra devletinin gücünü temsil etmesi için mezarının çevresinde tünellere bütün ordusunun gerçek boyutlardaki kilden heykellerini yerleştirtmiş. Arkeologlar kazılar yapıp orduları eski halinde teşhire hazırlamışlar. Kazı alanının üstü ışık geçiren malzemeyle kapatılmış ve ziyarete açılmış.Üç tane kazı alanı var. En büyüğü tahminen 200m genişliğinde ve 1 km uzunluğunda. Asker heykelleri yerin 5m altındaki kanallarda sıra halinde ve ordu görüntüsünde sergileniyor. Her birinin yüzleri farklı ve kıyafetleri rütbelerine uygun. Çok etkileyici bir görüntü.

Bütün gün bu bölgede gezdik. Mozoleumda fazla görülecek birşey yoktu. Çok geniş bir bahçe. Mezarın bulunduğu tepeye çıkmadık. Öğleden sonra 3:30 gibi gene halk otöbüsüyle dönüşe geçtik. Xian’da yemek yediğimiz tek düzgün lokanta olan mantıcıya (dumpling) gidip karnımızı doyurduktan sonra havalanına gidip Chengdu’ya doğru yola çıktık.

Şimdi Chengdu’da Loft isimli hosteldeyiz. Yarın sabah erken pandaları ziyaret ettikten sonra Guilin’e doğru yola çıkacağız. Chengdu Xian’a göre çok daha gelişmiş modern bir şehir. Guilin’in de öyle olduğunu söylüyorlar.

Perşembe 18.10.2007



Bu sabah saat 6:30’da kalkıp pandaları görmeye gittik. Sabahları saat 8 ile 10 arası pandaların beslenme saatiymiş. O sırada görülebiliyorlar. Bambu ve başka birçok ağaçtan çok hoş bir parkın içinde Panda Yetiştirme Merkezi kurulmuş. Pandalar kendi alanlarında serbest geziyorlar. İnsanlar parkın içindeki yürüyüş yolundan pandaları seyredebiliyor.

Pandalar sakin sakin bambu kamışlarının filizlerini yiyorlardı. Kocaman ama çok sakin hayvanlar. Hafifçe kaykılmış oturup çevrelerindeki bambu kamışlarını teker teker sıyırıp yiyorlar. İkili üçlü gruplar halinde değişik alanlarda 6-7 yetişkin ve 3 tane çocuk panda gördük. Çocuk pandalar oyun oynuyor, ağaçlara tırmanıp iniyorlardı. Ayrı bir odada dört tane bebek panda camekanın arkasından görülebiliyordu. Kadınlar bebek gibi besliyordu onları. Çok tatlı yaratıklar. Bir de, biraz rakunu andıran, daha ufak Kızıl Pandaları ziyaret ettik. Bunlar uzun kuyruklu, ayıya pek benzemeyen, seyreden insanlara ‘siz neye bakıyorsunuz’ der gibi hayretle bakan çok sevimli hayvanlar. Panda merkezinde iki saatten fazla vakit geçirdik.

Otele döner dönmez eşyalarımızı kapıp havaalanına gittik. Bu seferki durağımız Guilin ve sonra otöbüsle Yangshuo. Guilin daha sıcak ve tabiatı çok güzel bir şehir. Guilin’de kalmadık; Yangshuo’ya devam ettik. Ancak bütün yolculuk boyunca hiç yemek yemeyince akşam tam anlamıyla sefil bir halde vardık kasabaya. Neyseki otelimiz güzel. Adı Magnolia Hotel, küçük bir butik otel. Burada üç gün kalacağız. Turistik bir kasaba burası. Gece geldiğimiz için henüz pek göremedik ama çevresi çok güzel olmalı. Yarın keşfe başlayacağız.

Cuma 19.10.2007



Yangshuo Bodrum gibi bir yer. Çin’de bir Bodrum bulacağımızı hiç tahmin etmezdik ama turistik ortamıyla, otelleri, barları, kalabalık sokakları, dükkanlarıyla Yangshuo tam bir Bodrum. Avrupalı özellikle İngiliz turist çok var. Çok rahat, bohem bir ortam.

Çevredeki tabiat muhteşem. Nehir, pirinç tarlaları ve yerden mantar gibi çıkmışa benzeyen dağlar. Her taraf yemyeşil. Hava ılık. Çok değişik, görmeye alışık olmadığımız dağlar. Dümdüz ovadan birdenbire ve dimdik yükseliyorlar ve yumurta gibi yuvarlaklar. Ufuk bu dağlarla kaplı ve sisin içinde kayboluyorlar. Araları sarımtrak yeşil pirinç tarlalarıyla dolu.

Sabah yakın bir gölde tekne turu ayarladık. Çok turistik olmasına rağmen güzeldi. Gölün kıyısındaki köyü gezdik. Öğlen Yangshuo’ya dönüp bisiklet kiraladık ve bir rehber tuttuk. Bizi köy yollarından ve pirinç tarlaları arasındaki patikalardan Ejderha Köprüsüne götürdü. Yolda 1600’lerden kalma bir köy gezdik. Halen 200 kadar köylü bu köyde yaşıyormuş. Ejderha Köprüsüne varmamız iki buçuk saat sürdü. Buradan bambu sallara binip nehir aşağı geri döndük. Nehirde bambu salın üzerinde gitmek çok huzur vericiydi. Özellikle akşamüstü güneş batarken renkler capcanlı ortaya çıktı ve dağlar çok güzel bir manzara oluşturdu.

Bir buçuk saat kadar bambu salla gittik. Yolda nehir üzerindeki birkaç setten heyecan verici şekilde indik. Bambu saldan indikten sonra bir saat daha yola bisikletle devam edip Yangshuo’ya vardık. Bisikletle tabiatta gezmek çok zevkli.

Akşam noodle (erişte) çorbası ve sebze yemeği yedik. Ayrıca öğlen zencefil çayı içtim. Çok sert, boğazı yakan bir çay. Soğuk algınlığına birebir. Önce Duygu Xian’da üşüttü. Şimdi de Eray hastalandı. Ben de kapmamak için çaba sarfediyorum.

Cumartesi 20.10.2007



Bugün sabah erken XingPing (Şingping) adlı yarım saat uzaklıktaki bir köyden motorlu sala bindik. Bir buçuk saat nehirden yukarı gittikten sonra karaya çıktık ve rehberimizin dağların arasındaki köyüne doğru yürümeye başladık. Bir buçuk saat sonra köye vardık. Köyde bizi evlerinde misafir ettiler. Bize kestane, fıstık ve yeşil çay ikram ettiler.

Köylerde elektrik var ama su yok. Dağların arasındaki arazi çok sulak. Yeri kazınca su çıkıyormuş. Köylüler kendi yollarını kendileri yapıyorlarmış. Evler çok fakir. Taşın üzerinde yaşıyorlar, ne bir halı ne de üzerini kaplayacak başka birşey var. Pencere yok. Ürettikleri pirinci yiyorlar. Onun dışında mısır, mandalina, portakal ve pomelo adlı greyfurta benzeyen bir meyve yetiştiriyorlar. Tabiiki ağaçtan bir pomelo koparıp tadına baktık. Greyfurta göre daha tatlı ve kalın kabuklu ama daha az sulu. Ayrıca bir mandalina ağacının meyvelerini bitiriyorduk neredeyse. Yediğim en güzel mandalinalardı.

Köylülerin hepsinin evinde televizyon var. Köyde bir uydu anteni de vardı. Evlerin kapılarında kötü ruhları kovalamak için yazılmış kırmızı büyük yazılar ve resimler, içeride mutlaka bir Mao posteri ve bir Buda var.

Köyden yürüyerek bir buçuk saatte XingPing’e geri döndük. Epey yorulduk. Güneşin altında yürümek kolay değil. Yarın gene bisiklet turu yapacağız.

Pazar 21.10.2001



Yangshuo’da gene bir aktivite günü. Sabah bankada para bozdurma işini hallettikten sonra bisikletlere atlayıp ‘Ay Tepe’sine (Moon Hill) doğru yola çıktık. Rehberimiz başka müşteri bulduğu için bize kızkardeşi eşlik etti. Pazar günü her yer olduğu gibi Yangshuo’nun bisiklet yolları da çok kalabalık malesef. Bir buçuk saat yol aldıktan sonra Ay Tepesinin eteklerine vardık. Tepe üçgen şeklinde ve ortasında yarımay şeklinde bir boşluk var. İnsan yolda ilerledikçe Ay Tepesinin arkasındaki dağın gölgesi yüzünden yarımay hilale dönüşüyor. Buranın dikkat çekici doğal oluşumlarından biri.

Ay Tepesine çıkmadık. Onun yerine bir mağarayı gezdik. İki saat süren gezimiz salla başladı. Alçak tavanlı ve göl şeklinde su dolu girişten içeri girdikten kısa süre sonra karaya çıktık. Mağaranın içerisinde birçok küçük gölcükler var ama sonuna kadar ayakkabıyla gidebildik. İçeride ilerledikçe çamur banyosu yapmak ve yüzmek mümkün.Biz pek maceraperest bir günümüzde olmadığımız için (nispeten tabii) bunları denemedik. Mağaradan çıktıktan sonra bisikletle bir buçuk saatte kasabaya geri döndük.

Bugün etraf biraz fazla kalabalık ve gürültülüydü. Çinlilerin bir özelliği de çok gürültücü olmaları. Çinli turistler otöbüste, mağarada, hatta pirinç tarlalarında bile gürültü yapmayı başarıp insanın huzurunu kaçırıyorlar. Bu arada kızların ikisi de hasta. Özellikle Eray yorgun ve keyifsizdi. Bu kadar hasta olmalarına rağmen bütün bu aktiviteleri yapmalarına şaşıyorum doğrusu. Ben şimdilik hastalık kapmadan idare ettim.

Yarın Hong Kong’a uçuyoruz. Hong Kong çok pahalı olacak gibi görünüyor. Özellikle şimdiye kadar komik paralara otellerde kalıp yemekler yediğimiz düşünülürse biraz şok olacağız gibi geliyor.

Pazartesi 22.10.2007

Bu gece Hong Kong’a vardık. Sabah Yangshuo’da otel ve bilet işlerimizi hallettik. Saat üçte taksiyle havaalanına doğru yola çıktık. Yedide Guilin – Hong Kong uçağına bindik. Onikide otelde yataktayız. Hong Kong medeniyet – Amerika gibi bir yer. Daha pek birşey göremedik.

Salı 23.10.2007



Otelimiz anakaraya bağlı bir yarımada olan Kowloon’da. Hong Kong, Kowloon yarımadası, Hong Kong adası ve sayısı 235 kadar olan diğer adalar grubundan oluşuyor. Bugün Kowloon’u keşfedip yarın Hong Kong adasında daha şık bir otelde kalacağız. Kowloon, Hong Kong adası kadar havalı olmasa da son derece hareketli bir yer. Yarımadanın ucundaki kalabalık alışveriş semti Tsim Sha Tsui’nin adını birbirimize sürekli sesli olarak tekrarlayarak dilimizin Çinceye döndüğünü ispatlamaya çalışsak da pek başarılı olduğumuz söylenemez.

Bu sabah otelden metroyla Hong Kong adasına geçtik ve finiküler ile Viktoria Tepesine çıktık. O kadar dikti ki çıkarken insanın boynu yoruluyor. Tepede manzara müthiş tabii. Bütün adanın liman kısmı ve karşıda Kowloon tepeden görünüyor. Şehir, hem Hong Kong hem de Kowloon tarafında dimdik iğne gibi yükselen gökdelenlerden oluşuyor. Arada boğaz ve gemiler. Sabah biraz sisliydi hava. O yüzden çok uzaklar görünmüyordu. Tepe orman gibi yeşilliklerle kaplanmış. Çok hoş bir görüntü. Tepeden aşağı yeşilliklerin ve ağaçların arasından kıvrılarak inen yoldan yürüyerek indik.

Öğlen yemeğini SoHo’da (South of Hollywood) bir Thai lokantasında yedik. Havalı ve şık bir yerdi ve yemek çok güzeldi. Çin’den sonra Hong Kong çok farklı bir dünya. Daha çok New York gibi. İnsanlar bakımlı ve havalı. Lokantalar ve dükkanlar pahalı ve güzel. Bugün gezdiğimiz bölge bohem bir kısımdı. Antikacılar, sokak satıcıları gibi dükkanlar vardı. Takı alışverişi yaptık. Çok keyifli bir şehir.

Her türlü deniz canlısının kurutulmuşunun toptan ticaretinin yapıldığı bir sokaktan geçtik. Köpekbalığı yüzgeçleri, balıklar, kabuklular, deniz hıyarları, karidesler, vb. Ayrıca temizlenmiş kuş yuvaları ve ginseng satılıyordu. Bütün bunlar son derece yüksek fiyatlara ve delikates olarak satışa sunulmuştu. Biz tabii meraklı turistler olarak resimlerini çektik.

Kowloon tarafında geçip en eski ve meşhur otellerden The Peninsula’da beş çayı içtik. Bu sırada Eray ve Duygu masanın üzerine yaydıkları harita üzerinde bir yeri ararken altta kalan mum kağıdın bir köşesini yakıp neredeyse yangın çıkaracaktı. Neyseki harita delinmesine ve epey koku çıkarmasına rağmen alev almadı da durumu kurtardık. Saat yedide Hong Kong ve yarımada arasındaki boğazda tekne turuna çıktık. Hava karardıktan sonra manzara muhteşem. Gökdelenlerin rengarenk aydınlatmaları inanılmaz bir manzara oluşturuyor. Ayrıca onbeş dakikalık bir ışık gösterisi yaptılar.

Tekne turundan sonra Kowloon’da alışverişe devam ettik. Akşam on cıvarında bitik vaziyetteydik ama halen dükkanları gezmeyi bırakmamıştık. Ben tekne için bir dürbün aldım. Saat onbirde otelimize dönerken (daha doğrusu otele doğru yorgunluktan sürünerek ilerlerken) aynı sokaktaki Japon noodle lokantasında kapanmadan yer bulup harika bir noodle çorbası içmeyi de ihmal etmedik.

Çarşamba 24.10.2007

Bu sabah Lan Kwai Fong’daki şık ve havalı otelimize geçtik (LKF Hotel). Ardından Luk Yu Tea House’da Dim Sum (kahvaltı – brunch) yaptık. Bu nostaljik ‘çay evi’ Hong Kong’un en eski kuruluşlarından biriymiş. Dumpling, nilüfer yaprağında buharda pişmiş etli ve karidesli pirinç, spring roll ve mantarlı ve karidesli noodle yedik. Tatlı olarak fıstık ezmeli dumpling ve erik soslu kek. Tabii yanında yasemin çayı. Bu harika yemeklerden sonra Causewaybay tarafını keşfetmek için metroya bindik ve Times Square’e geldik. Burada büyük bir alışveriş merkezine girip saatlerce çıkamadık. Hepimiz Birkenstock ayakkabı aldık.

Öğleden sonra otelimize dönüp biraz dinlendikten sonra Lan Kwai Fong’da Häagen Dazs’ta dondurma yeyip Starbucks’ta kahve içtik. Bu bölge dar sokakları, barları, cafeleri ile adanın eğlence merkezi. Çevrede kısa bir yürüyüş yapıp barların birinde içki içtik. Etraf çok kalabalık, insanlar bakımlı ve hoş. Ortam çok güzel. Bu akşam güzel otelin tadını çıkaracağız.

Açıkçası seyahatin Hong Kong’a kadar olan kısmında hem harcama hem de yemekler konusunda gayet disiplinli olmamıza rağmen bu adanın keyifli ortamının bizi gevşetmesinden dolayı olsa gerek sınırdan geçmemizden itibaren dağıttık. Dondurmalar, pahalı yemekler ve oteller, alışveriş, vs. sonucunda işler çığırından çıktı.

Akşam yemeğini ördek olarak planlamışken sofraya kaz kızartması geldi. Kemikleri ve derisiyle birlikte parçalara ayrılmış olarak hazırlanmıştı. Lezzetli ama biraz ağırdı. Yemekten kalktıktan sonra hepimiz 45 dakika ayak masajı yaptırdık. Günlerdir sürekli yürümekten canları çıkan ayaklarımıza masaj çok iyi geldi. Akşamı canlı müzik olan bir barda bira içerek sonlandırdık.

Perşembe 25.10.2007

Yemek ve içkiler biraz ağır geldiğinden sabah midem rahatsız kalktım. Hazım ilacı alınca biraz rahatladım ama gene de keyifsizdim. Havalı otelimizin 29. katındaki süper manzaralı kahvaltı salonunda malesef pek birşey yiyemedim. Kahvaltıdan sonra otelden çıkmak için toparlandık. Bavullarımızı lobiye bırakıp şehirde yürümeye başladık. Öğlen trene binip Şenzen’e oradan uçakla Şangay’a gitmeyi planladığımızdan şehirde geçirecek birkaç saatimiz daha vardı.

Sahile yürüyünce (daha doğrusu yürüyen merdiven ve yollarla sahile inince) önce IFC alışveriş merkezine daha sonra vapur iskelesine geldik. Lamma adasına giden vapura bindik. Sadece birkaç saat vaktimiz olduğundan gitmemizle dönmemiz bir oldu. Zaten adada fazla görülecek birşey yoktu. Benim midem rahatsız olduğundan dalgalı Çin Denizi bana hiç iyi gelmedi. Hong Kong’a döner dönmez otelden eşyalarımızı alıp taksiyle tren istasyonuna gittik. Şenzen trenine bindik. Yarım saat sonra Şenzen’de Hong Kong’dan çıkıp Çin’e giriş yaptık.

Şenzen yüksek yeni binalarıyla epey gelişmiş bir şehir olsa da insan Çin’e geldiğini hemen farkediyor. İnsanlar fakir ve bakımsız. Ortamın Hong Kong’un havasıyla alakası yok.

Şenzen’de tren istasyonu ile havaalanı arasında otobüsle bir saatlik bağlantı var. Otobüs bakımsız ve döküntü tabiiki. Avaz avaz Çince radyo bağırmasına rağmen hepimiz horul horul uyuduk. Çin otobüslerinde çok güzel uyunuyor. Hong Kong’dan Şangay’a direkt uçmamamızın sebebi Şenzen ile arasılarında iki kat fiyat farkı olmasıydı. Ama tabii biraz sefil olduk. Şangay uçak biletimizi Şenzen havaalanında aldık. Neyseki havaalanında bir Starbucks bulduk ve hemen yayılıp üç saat sonraki uçuşumuzu beklemeye başladık.

Şangay’a gece vardık. Havaalanında taksi kuyruğu çok uzun olduğu için şehre otobüsle inmek zorunda kaldık. Şehir merkezinden taksiyle otelimize geldik. Yangtze Hotel 1934’te kurulmuş biraz nostaljik bir havası olan temiz pak bir otel. Üç kişilik odada kalıyoruz.

Cuma 26.10.2007



Sabah 10’da uyanıp Starbucks’ta kahvaltı ettik. Otelin kahvaltısı pek iyi değil.

Şangay büyük ve modern bir şehir. Eskiden beri, özellikle 1900’lerden itibaren önemli bir ticaret merkezi olduğundan şehir oldukça zengin, kültürü açık, ve çok yabancı var. Merkezi, çok sayıda ve çok büyük gökdelenlerden oluşuyor. Yürüyerek yabancıların ‘The Bund’ adını verdiği çamurlu ve çok geniş Huangpu nehrinin kıyı şeridine geldik. Avrupalıların inşa ettiği 1900’lerden kalma binalar var nehrin kenarında. Birkaç binanın içini keşfettik. Sanat galerileri, moda dükkanları, tasarım atölyeleri ve lokantalar var. Birinin en üst katında çay içtik ve karşı kıyıdaki Pudong’un gökdelenlerden oluşan manzarasını seyrettik.

Tekrar yürümeye başladığımızda hedefimiz gene eski bir bölge olan French Consession’dı. Yol üzerinde şehrin eski ve Çinlilerin yaşadığı kısmında, tarihi Yuyuan bahçelerinin yanında bulunan Yuyuan Pazarından geçtik. Çin tarzı inşa edilmiş kıvrık damlı, yeni ve büyük dükkanların bulunduğu turistik bir alışveriş merkezi Yuyuan Pazarı. Tabiiki etraf çok kalabalık. Turistik dükkanları gezip Häagen Dazs’ta dondurma yedik. Yürümeye devam edince fakir halkın yaşadığı dar sokaklardan geçtik. Gökdelenlerin dibinde bu sokaklar biraz kontrast oluşturuyor. Daha sonra açık havadaki masalarıyla barlar, kafeler, lokantalar ve pahalı dükkanlardan oluşan French Consession’a geldik.

Eskiden Avrupalıların yaptığı bu iki katlı taş binalar daha sonra ilk Komünist Parti kongresine evsahipliği yapmış. Şimdi eğlence ve alışveriş merkezi olarak düzenlenmiş. Burada T8 adlı meşhur bir gurme lokantaya girdik. Batı tarzı yemek yapan bu lokanta modern ama loş ortamıyla keyifliydi. Benim midem pek iyi olmadığından yemeğin tadını çıkaramadım. Ayrıca Çin’in diğer bölgelerine oranla yemek çok pahalıydı tabii. Uzun zamandır ilk defa çatal bıçakla yemek yediğimizden biraz garipsedik. T8’den çıktıktan sonra dükkanlara bakarak biraz dolandık ve bir bira içip otele döndük.

Cumartesi 27.10.2007



Şangay’da görülecek tarihi bir yer olmadığından, daha doğrusu biz öyle sandığımızdan, Hangzhou’ya gitmeye karar verdik. Maceralı bir şekilde otobüs garını bulduk ve ikibuçuk saatlik tatsız bir yolculuğun sonunda bu şehre vardık. Ancak anlatıldığı gibi güzel bir yer değil gri bir şehir olduğundan biraz hayalkırıklığına uğradık. Meşhur ‘Batı Gölü’ne gittik taksiyle. Göl ve çevresindeki park çok özellikli değildi. Starbucks’ta kahve içerek biraz moralimizi düzelttikten sonra bisiklet kiraladık. Ancak bisikletle göl kıyısında gezilmediğini, sadece araba yolundan gidilebildiğini anlayınca iade edip kalan vaktimizi yürüyerek geçirdik. Cumartesi olduğu için çok kalabalıktı. Trene yetişip geri dönüşe geçtik.

Şangay’da akşam yemeğini French Consession’ın bir kısmı olan XinTiandi’deki (Şintiandi) bir Thai lokantasında yedik. Güzel ama çok acı bir yemekti. XinTiandi hem yabancıların hem de Çinlilerin rağbet ettiği bir ‘piyasa’. Yemekten sonra Paulaner’de bir bira içip çevreyi seyrettik.

Pazar 28.10.2007



Şangay’daki son günümüzde sabah geç uyanıp eşyalarımızı toparladık ve otelden çıkış yaptık. Son gün, bir evvelki gün Şangay’da görülecek hiçbirşey kalmadığını düşünmemizin ne kadar yanlış olduğunu kanıtlayacak şekilde çok güzel ve hızlı geçti.

XinTiandi’de Kabb adlı Amerikan tarzı bir lokantanın bahçesinde güzel bir brunch’la başladık. Biraz oralarda gezindikten sonra taksiye atlayıp YuYuan bahçelerine gittik. Ming hanedanı zamanında Sichuan valisinin yaptırdığı ve 1559’da tamamlanan bahçeler eklenerek ve genişleyerek çok güzel ve etkileyici bir mimari eser oluşturmuşlar. Tüm yolculuk boyunca ziyaret ettiğimiz en huzur verici ve rahatlatıcı yerdi. Küçük bahçeler ve ahşap binalar, özel getirtilmiş şekilli taşlarla yapılmış havuzlar üzerindeki köprüler ve geçitlerle birbirlerine bağlanmış. Bahçelerin her köşesinde inanılmaz mimari detaylar vardı. Çatılardaki figürler (leylekler, ejderhalar, savaşçılar, vs.) paravanlar, jade denen iri delikli dekoratif taşlar, şekilli kapılar, kısacası herşey çok ince bir işçilik ve ustalık sergiliyordu. Neredeyse her köşenin resmini çektik. Şehrin tam ortasında ve en gürültülü yerinde bahçenin kapısından içeri adım atar atmaz tüm turist kalabalığına rağmen kendimizi bambaşka bir dünyada bulduk. Kapanış saatinde görevliler bizi dışarı çıkarmasaydı oradan ayrılmaya hiç niyetimiz yoktu.

YuYuan bahçelerinden çıktıktan sonra kendimizi gene şehrin karmaşasında bulduk. Taksiye atlayıp uçağa binmeden önce son yemeğimizi yemek üzere XinTiandi’ye gittik. Crystal Jade isimli lokantamız bir alışveriş merkezinin içinde şık dekorasyonlu bir dumpling yeriydi. Dumpling’in yanında yengeç denedik. Dev yengeci yemek oldukça zordu ama çok lezzetliydi.

Yemekten sonra otele dönüp eşyalarımızı aldık ve havaalanına doğru yola koyulduk. Şangay Pudong havaalanı alışveriş ve yemek açısından bizi hayalkırıklığına uğrattıysa da temiz ve derli topluydu. Gece 23:00’te uçağa binip bağlantı havaalanımızın olduğu Dubai’ye doğru yola çıktık.

29.10.2007

Sekiz buçuk saatlik uzun gece uçuşunun büyük kısmı uyuyarak geçti. Saat farkından dolayı Dubai’ye sabaha karşı dört buçuk cıvarında vardık. Sonraki uçağımız üçte olduğundan on saatlik vakti Dubai’de şehre inerek değerlendirdik. Taksiye sabah beş buçukta bindiğimizde planımız plaj yakınlarında bir kahve içip sonra denize girmekti. Taksi bizi Jumeira Beach Hotel’e götürdü. Deniz kenarında ve Burj-el Arab otelinin tam yanında olan bu beş yıldızlı otele vardığımızda henüz hava aydınlanmamıştı.

Kahvaltı servisi henüz başlamadığından sahile gidip deniz kenarındaki yataklara uzandık. Burj-el Arab otelinin manzarası karşısında harika bir şekilde gün ağardı. Burj-el Arab denize inşa edilmiş yedi yıldızlı meşhur bir otel. Denizde yelken açmış bir tekneye benziyor mimarisi. Masmavi denizin üzerinde günün ilk ışıklarıyla çok hoş bir görüntü oluşturdu.

Gün doğduktan sonra otelin terasında kahvaltı ettik. Uzun zamandır ‘normal’ bir kahvaltı etmemiş olduğumuzdan çok iyi geldi. Kendimize geldik. Kahvaltıyı bitirip plaja geri döndük. Sabah erken olduğundan hava serindi. Duygu ve Eray denize girdiler. Ben mayom olmadığından ayaklarımı sokmakla yetindim. Saat onu geçtikten sonra hava iyice ısındı. Eşyalarımızı toplayıp otelden ayrıldık ve ‘The Mall of the Emirates’ yani Emirliklerin Alışveriş Merkezine gittik.

İçinde suni kayak pisti bulunan bu alışveriş merkezi birçok Avrupa ve Amerikan markasını içinde bulunduruyor. Epey dolandıktan sonra pek alışveriş etmeden havaalanına döndük ve son alışverişlerimizi orada tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmek üzere uçağa bindik.

Dubai anlatıldığı gibi tam bir alışveriş ve otel cenneti. Gökdelen şeklinde dikkat çekici mimarisi olan binalar ve alışveriş merkezlerinin dışında ada çölden oluşuyor. Geniş yollar var ama çevreleri neredeyse boş ve etrafta hiç insan yok çünkü çok sıcak. Hayat klimalı ortamlarda geçiyor Dubai’de.



Çin seyahatimizin unutulmazları:

- Çinli çocukların şirinliği.
- Çinlilerin çocuklarına popolarını açıkta bırakan kıyafetler giydirip tuvaletlerini sokağa yaptırmaları.
- Pekin’de çöp şişe akrep dizip kızartmaları.
- Avaz avaz Çince bağıran radyo veya televizyon yayınına rağmen istisnasız her taksi, otobüs veya minibüste uyuyakalmamız.
- En şirin yaratıklar tabiiki pandalardı.
- En etkileyici yer Xian’daki Kil Ordu kazı alanıydı.
- En fakir şehir Xian, en müreffeh olanı ise Hong Kong’du. Tabiatı en güzel yer Yangshuo’ydu.
- En huzur verici anlar Yangshuo’daki Li nehrinden salla inmemiz ve Şangay’daki YuYuan bahçeleriydi.