9 Eylül 2011 Cuma

MACAHEL, ARTVİN - DAĞLARDA BİR HAFTA


28.08 - 03.09.2011
Buz gibi suya daldığımda suyun altında çığlık atmak isteyip nefesimin kesildiğini hissettim. Sudan çıktım ama dayanamayıp tekrar atladım. Su çok soğuktu ama beni canlandırdı. Bir buçuk gün boyunca molalarla minibüste yaptığımız yolculuğun sersemliğini üzerimden atmamı sağladı. Tatil benim için böylece dağların tepesindeki Naçadirev Gölü’nde başladı.

                  (Resim: Eylem Derya)        
                         


 
               Borçka - Macahel bölgesi (Artvin - Gürcistan sınırı) 
                 Borçka - Macahel (Karadeniz'e doğru doğudan bakış) 
                    Haritaları büyütmek için üzerine tıklayınız. (Haritalar: Bahadır Derya)

Pazar sabahı Trabzon havaalanında minibüse son binenlerden olduğum için en arkada ortada pek rahatsız bir halde oturuyordum. Rehberimiz Osman en önden arkaya dönüp on üç kişilik grubumuza gideceğimiz yerleri anlatırken ben söylediklerini takip edemeden sadece nasıl midesinin bulanmadığını düşünüyordum.  O yüzden Naçadirev Gölü’nün nerede olduğunu kesinlikle bilmediğim gibi ismini de birkaç gün uğraştıktan sonra öğrendim.


Artvin’in Gürcistan sınırına yakın bölgesinde yerel isimler Gürcüce çünkü halkın Türkçe’nin yanında kullandığı asıl dil bu. 1921’de sınır çizilirken bazı köyler referandumla Türkiye’de kalmayı seçmiş. Ancak Sovyet rejimi sınırı kapatınca köylüler diğer tarafta kalan akrabalarını uzun yıllar görememişler. Ama halen bu kültürü yaşatıp Gürcü lisanını kullanıyorlar.

Naçadirev gölünde yüzdükten sonra gün batımını seyretmek için çevreye hakim bir açıklıkta oturduk. Güneş ufukta alçalırken Karadeniz’e kadar uzanan sıra dağların renkten renge girmesini seyredip fotoğraf çektik. Dönüşe geçtiğimizde ufukta batan güneş dağların arkasında Çoruh Nehri’nin Karadeniz’e aktığı Batum’un üzerinde parlıyordu.

Geceyi yürüyerek iki buçuk saat mesafedeki Lekoban yaylasında geçirecektik. Dönüşte karanlığa kalacağımız kesindi. Osman’ın dağları avucunun içi gibi bildiği rahatlığından anlaşılıyordu ama yine de şartları fazla zorlamamak gerektiği kanaatindeydim. Neyse ki sabah el fenerimi çantama atmıştım. Orman güllerinin halı gibi kapladığı yamaçlardan koşarak indikten sonra taşlı patikadan yürümeye başladık. Bizim gibi alışık olmayanlar için karanlıkta yaylada yürümek epey zordu. Osman’ın arkasından tek sıra halinde iki buçuk saatte Lekoban yaylasına indik. Yayladakiler yabani hayvanları uzak tutmak için aralıklarla torpil atıyorlardı.  

Kalacağımız yayla evine vardığımızda saat sekiz buçuk olmuştu. Ev, bizi minibüsüyle gezdiren esprili ve zeki şoförümüz Fikret’in ağabeyi Murat Bey’e aitti. Gelini Leyla Hanım akşam yemeğini neredeyse bir saat önce hazırlamış bizi beklemekteydiler. Çorba, karalahana, cacık, fırında makarna ve ev baklavasından oluşan yemeği afiyetle yedik. Serin yayla evinde hemen uyudum.

Bir önceki akşam Şavşat yakınlarındaki Kocabey köyünde kaldığımız Laşet Evleri bana sanki İsviçre’deymişiz hissini vermişti. İki odalı ahşap kulübeler ferah ve rahattı. Yayla ve yamaçlardaki karaçam ormanı yemyeşildi. Yaylada yürüyüp yüksek bir yerden resim çekmiştik. Yolda minibüsten inip kısa bir mesafeyi yıldızların altında yürümüştük. İlk akşam kaldığımız evler çok rahat olmalarına rağmen ertesi gece misafir olduğumuz yayla evinin ortamı tabii ki çok daha sıcaktı.
                                      Şavşat
                                Şavşat Karagöl
                                     Şavşat - Borçka (doğudan bakış) (Harita: Bahadır Derya)
Lekoban’da sabah erken uyanıp duşa girdim. Su soğuktu ama önceki gün girdiğim gölden sonra beni pek etkilemedi. Evin önünde harika bir köy kahvaltısından sonra yola koyulduk. Kısa bir süre minibüsle tepeye çıktıktan sonra Fındık yaylasına doğru yürümeye başladık. İki saat sonra vardığımızda bu yaylada fındık bulunmadığını görüp hayal kırıklığına uğradım. Fındık denmesinin sebebi küçük olmasıymış. Manzaraya nazır yaylada otların üzerine yatıp çay içtik. Köylüler Şeker Bayramı’nın ilk günü olduğu için hazırladıkları baklavaları ve tatlıları bizimle paylaştılar. Bayramlaşmak için gelenler sebebiyle yayla epey kalabalıktı.

Öğle vakti yayladan aşağı inerken seyahatin ilk uzun yürüyüşüne başladık. İki bin metrenin üzerindeki çıplak yaylanın taşlı yollarından adeta özenle dikilmiş bir bahçeyi andıran insan boyu bitkilerin olduğu patikaya ve sonra dev gürgen ağaçlarının bulunduğu ormana girdik. Gökyüzüne yükselen ağaçların tepelerine fıçıya benzeyen arı kovanları yerleştirilmişti. Ağaçların gövdelerine ayıların bal kovanlarına çıkmasını engellemek için sarılan geniş saç parçaların birinde kocaman bir pençe izi gördüm. Yolculuk öncesinde annemin neredeyse her gün bana hatırlattığı ayıların varlığını böylece hissetmiş oldum. Yaklaşık dört saat yürüdükten sonra bir dere kenarında mola verip yemek yedik. Araba yoluna çıkıp minibüsümüzle buluştuk ve akşam kalacağımız Deda Ena pansiyonuna geldik.

                                         Deda Ena Pansiyon

Macahel’in Efeler köyündeki Deda Ena, ormanlık yamaçta kurulu birkaç ahşap binadan oluşuyor. Beton binalara alışık insanlara her adımda gıcırdayan ve en ufak sesi bile geçiren bu evler garip geldi. Üzerinde zıplayınca hissedilir şekilde esneyen ahşap döşemeleri görenler bina yıkılacak diye tedirgin oldular.  Neyse ki Tuzla’da büyüdüğüm ahşap evden gıcırtılara alışık olduğum için bu durum beni rahatsız etmek yerine mutlu etti. 



Çarşamba gününü Osman ‘rahat’ gün olarak ilan ettiği için nispeten geç uyanıp kahvaltı ettik. Minibüsle Camili köyünün içinden geçip Maral Şelalesi’ne gelmeden yolda indik. Bir saat ormanın içinden yürüdükten sonra şelalenin dik inişine geldik. Ortasında gökkuşağı olan şelalenin dibinde yüzdükten sonra aynı yolu geri dönüp minibüse bindik. İremit köyündeki eski ahşap caminin rengarenk boyalı iç kısmını gezdikten sonra Sevda Hanım’ın pansiyon olarak işlettiği evinde öğle yemeği yedik. Yaylaya bakan müthiş manzaralı terasta bulutları seyredip yağmurun ne zaman geleceğini tahmin etmeye çalıştık.

                              Maral Şelalesi

Akşamüstü Efeler köyüne dönerken yolun bir saatlik kısmını yürüdük. Köy yolunun iki yanından topladığımız böğürtlen ve fındıklarla karnımızı doyurduk. Deda Ena’ya döndükten sonra bulutlar vadiye yerleşti ve sis bastırdı. Tatilin başından beri güneşli olan hava kapandı ama yağmur yağmadı.

Ertesi gün erken kalkıp Gorgit yaylasına çıkmak için hazırlandık. Muhteşem güzellikteki ormanın içinden üç saat boyunca yukarı yürüdük. Dağın eteğindeki geniş bir açıklık olan Gorgit yaylası köylülerin daha yukarılara çıkmadan veya aşağıdaki köye inmeden önce kaldıkları bir ara bölge. Bu yaylaya araba yolu olmadığı için tabiatı hiç bozulmamış. Biz geldiğimizde köylüler atlarla yük taşıyarak daha yükseklerden aşağı iniş için hazırlık yapıyorlardı.
                            Gorgit Yaylası (Resimler: Duygu Yalçın)



Gorgit yaylasında üç dev gürgen ağacının altında yemek yedik ve dinlendik. Kara bulutların geldiğini görünce Osman dolu yağmasından endişelenerek dönmeye karar verdi. Neyse ki yağmur gelmeden iki saatte aşağı indik. Yolda yürürken Fikret’in oğlu Ömer’in gözünün sürekli cep telefonunda olması dikkatimi çekti. Ben bir yandan düşmemek için gözlerimi taşlı patikadan ayıramazken bir yandan da etkileyici manzarayı kaçırmamaya uğraşıyordum. Oysa Ömer’in aklı mesajlardaydı. Bense, tam tersine, telefonumu unutmanın hafifliği içerisindeydim. Akşam pansiyona vardıktan sonra şimşekler ve gökgürültüleriyle birlikte yağmur bastırdı. İçeride otururken yağmuru izlemek çok keyifli oldu.
Macahel’deki son günümüzde iki saat boyunca yollardan ve kestirme patikalardan yürüyerek dere kenarına indik. Tabii ki yol boyunca fındık ve böğürtlen yemeyi ihmal etmedik. Dere kenarına geldiğimizde ekibin bizden önce gelen kısmı ateşi yakmıştı. Bir saat boyunca ateşin başında et pişirmekle uğraştıktan sonra o kadar terlemiştik ki yağmurun çiselemeye başlamasına aldırmadan derenin soğuk sularına atladık. Tabii ki dere Naçadirev gölü kadar soğuk olmadığı için kendimizi akıntıya bırakıp suyun içinde epey kaldık.

Macahel’deki son akşamımız horonla geçti. Hep beraber saatlerce hoplayıp zıplayarak Deda Ena’nın ahşap zemininin sağlam olduğunu bir kez daha kanıtladık. Keyifli akşamı Osman’ın bizim için açtığı tatlımsı Gürcü şarabıyla bitirdik. Ertesi sabah Trabzon’a dönüş yolunda mola verdiğimiz, köyleri Borçka’ya bağlayan Macahel geçidinden sisli vadiye bakarken bu dağların kışın karlı halini gözümün önüne getirmeye çalıştım. Fikret’in anlattığına göre kış mevsiminde Macahel geçidi kar yüzünden aylarca kapalı kalabiliyormuş. Doğrusu kışın gelip bu muhteşem dağları bembeyaz kar altında görmek isterdim.

                               Rehberimiz Osman Avcı (Buklatur)

                             Filozof şoförümüz Fikret Yavuz (Buklatur)



2 yorum:

  1. Aylin'ciğim,

    Geziyi çok güzeşl özetlemişsin. Ben bu geziyi daha da güzelleştiren grup arkadaşlarıma, Osman ve Fiko'ya ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum.

    Sevgiler,
    Nurşen

    YanıtlaSil
  2. Paylaştığınız için tşk. Videosunu izlemiştim çok güzel bir yer.

    YanıtlaSil