Eylül ayında Marmara Adası’ndan yelkenle Tekirdağ
kıyısına gelmiş ve gece kalacak liman aramıştık. İlk baktığımız Barbaros balıkçı
barınağının dışındaki konteyner limanının dev vinçleri bizi dehşete düşürmüştü.
Sanki Metropolis filminin içine girmiştik. Hayalkırıklığı içinde Barbaros’tan ayrılıp birkaç mil
güneydeki Kumbağ balıkçı barınağına gitmiştik. Çok yerinde bir karar olmuştu çünkü Kumbağ balıkçı barınağı sahildeki yapıların bittiği
ve ormanla kaplı tepelerin başladığı yerdeydi.
Ertesi gün tekneden bisikletleri indirip Kumbağ’dan yeni asfaltlanmış orman yoluna girmiş ve epey uzun bir yokuş çıkmıştık. Ama yarıyolda Bertan’ın bisikletinin kulakçığı kırıldıktan sonra Kumbağ’a epey zorlukla bulduğumuz bir taksi ile dönmek zorunda kalmıştık. Daha sonra geri dönüp Mürefte’ye kadar giden bu yolu tamamlamayı aklımıza koymuştuk. Cumartesi günü çok sevdiğimiz Kumbağ - Uçmakdere yolunu tekrar bisikletle geçtik.
Ertesi gün tekneden bisikletleri indirip Kumbağ’dan yeni asfaltlanmış orman yoluna girmiş ve epey uzun bir yokuş çıkmıştık. Ama yarıyolda Bertan’ın bisikletinin kulakçığı kırıldıktan sonra Kumbağ’a epey zorlukla bulduğumuz bir taksi ile dönmek zorunda kalmıştık. Daha sonra geri dönüp Mürefte’ye kadar giden bu yolu tamamlamayı aklımıza koymuştuk. Cumartesi günü çok sevdiğimiz Kumbağ - Uçmakdere yolunu tekrar bisikletle geçtik.
Geçen haftasonu güneşli ama soğuk havada bisikletleri arabanın arkasına yükleyip bir buçuk saatte İstanbul'dan Tekirdağ’a vardık. Öğle yemeğini Barbaros’ta bir köftecide yedikten sonra arabayı Kumbağ balıkçı barınağının otoparkına bıraktık. Bisikletlere atlayıp yokuşu tırmanmaya başladık. Birkaç yüz metre sonra ormanın içindeydik. Kıvrılarak yükselen yolu tırmanırken karşımıza çıkan mavi deniz ve sonbaharın renklerine bürünmüş tepelerin manzarası hakikaten etkileyiciydi.
Bir saatten fazla tırmandıktan sonra inişe geçtik. Bisikletle
tepeden koyverip hızla yokuşaşağı inmek insanın içinde yamaçtan denize doğru
uçacakmış hissi yaratıyor. Hıza alışıp kontrol sağlayana kadar insan frenlere
sıkıca asılmaktan başka çare bulamıyor. Tepelerin arasında bir köy olan
Uçmakdere’ye vardığımızda saat üç buçuk olmuştu. Köy kahvesinde çay içerken
önceki gelişimizde çektiğimiz zorlukları hatırladık. Köylüler bize yardım
etmekten çok kendilerine fayda sağlamaya çalışmış ve bizi serseme
çevirmişlerdi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder